Yazan: Özge Uysal
Latife Tekin, Türkçe edebiyatta dilin sınırlarına dair hepimizin zihnini açan, karakterleriyle ve kurgusuyla okurunu hayat üzerine derinleşmeye davet eden bir yazar. Tekin, hayatının ilk yıllarını Kayseri’nin bir köyünde geçirir. 9 yaşında ailesiyle birlikte taşı toprağı altın olan İstanbul’a göçer. Romanlarında Anadolu’daki köy yaşamını merkeze oturtur; masalsı bir atmosferle, kimselerin pek bilmediği hikâyeler aktarır.
İsmi ve metinleri büyülü gerçekçilik ile birlikte anılsa da kendisiyle yapılan söyleşilerde gerek anlatımıyla gerekse kullandığı dille büyülü gerçekçiliğin dünyasına dahil olmak için çaba göstermediğini söyler. Onun romanlarında göç etmek zorunda kalan ve kente tutunmaya çalışan karakterlerle sık sık karşılaşırız. Seçtiği konular otobiyografik ögeler barındırır ve bu yaşanmışlığı metinlerine ustalıkla yansıtır ancak onun gücü, dili kullanma biçimiyle ilişkilidir.
Tüm külliyatıyla Can Yayınları ailesine katılan Latife Tekin’in eşzamanlı olarak yazdığı iki kitabı, Sürüklenme ve Manves City geçtiğimiz hafta okurlarına merhaba dedi. Bu iki romanın itirazları benzer, sesleri birlikte daha gür: Tekin, doğadan uzaklaşan insanlara, daha çoğa sahip olmak için varını yoğunu tüccarlara yem edenlere, doğaya da insana da acıması olmayan şirketlere seslenir ve hep birlikte varacağımız yeri gösterir. Fakat her iki kitapta da dikkat çeken detay direnenlerin, kabullenmeyenlerin, çarkın dişlisi olmayı reddedenlerin birbirlerine tutunmasındaki inancın görkemidir. Kendilerinde görkemli.
Manves City’de Ersel ile Nergis’in Erice’de doğup yeşeren dostluğunun merkezde olduğu bir hikâyeyle tanışırız. Hapisten çıkıp Erice’ye dönen Ersel, üvey kızı Eda.yı aramak için kaçmak zorunda kaldığı yere geri döner. Eda’nın ortadan kaybolması, kaybolan diğer birçok şeyle bağlantılı gibidir. En çok da boşa geçen yıllarla… Sanki Ersel Eda’yı bulduğunda, elinden kayıp giden bir ömür de taze bir bahar esintisiyle birlikte Ersel’e geri dönecektir.
¨Hiçbirimiz toprağa burada düşmüş tohum değiliz ama yeşerdiğimiz yer burası. Havasını kendimize hava yapmakta gecikmemişiz, ağacından meyvesini derlemişiz. Hayatlarınızı sarın geriye, çocukluğunuzu bulursunuz da, Erice’nin sizi bugüne getiren tabiat harikası doğasını bulamazsınız. Kaybettiklerimizi sayıp dökmek marifet değil, kalanı elden çıkarmayıp korumacı olmaya bakalım.¨
Manves City’yi okurken aklımda basit görünen ama canımı sıkan bir soru dolandı durdu: Benim şehrimde korunacak ne kaldı?
Ersel ile Nergis’in birbirine karışmalarının gölgesinde farklı bir hikâye okuruz: İşçilerin hak mücadeleleri ve kadınların başkaları tarafında çizilen hayatlarından yansıyanlarla iç içe geçmiş, insanların mutsuzluğu ve çaresizliğiyle büyüyen bir para imparatorluğuyla, Manves City ile karşı karşıyayız.
Sürüklenme ise ölüm hakkında basit görünen gündelik lakırtılarla açılır. İsmini bilmediğimiz anlatıcı, bir şekilde romandaki tüm karakterlerle temas kurar; onların aynasından kendi yansımasını görür, rahatsız olur ama yine de yoluna devam eder. Toplumun ötekisi olan gençlere sahip çıkmaya çalışan bu isimsiz kahraman, ihtiyacı olanlara yardım etmeye çalışırken aslında en çok kendini kurtarmaya çalışır. Kardeşine sesini duyuramayanların eloğlu olur, seslerine ses verir ama kendi sesini duymaya mecali kalmaz.
Latife Tekin’in iki yeni kitabın haberini ilk aldığımda, aynı anda neden iki kitap yayımlandığını anlayamamıştım. Şimdi, her iki romanını da okuduktan sonra anladım ki bu iki roman, karakterler ve olaylar bakımından birbirinden farklı olsa da, bizim hikâyemizi anlatmaları bakımından aslında bir bütünler. Her iki romandan da öğrenecek, fark edecek çok şey var. Değiştireceklerimiz içinse önce bir araya gelmemiz gerekiyor.