Benim yapabildiğim, yaptığımı umduğum, son soluğuma değin yapacağım –ki önümde uzun bir zaman yok, biliyorum– bu birtakım şeylerin yaklaşmakta olduğu duygusunu yaşamak ve yaşatmak. Her zaman felaketl
Ruh bir kere bu huzursuzluğu tadınca sakinleşmesi mümkün değil. Sonuç ne olursa olsun, kimsenin umurunda olmayan bir operanın tamamlanması gerek. Bu gücüm var, buna inanıyorum. Yeterince düşündüm, ye
Romanın kahramanı, yakın zamanda eşinden boşanmış bir çevirmen. Hayatta uğradığı hayal kırıklıklarıyla baş etmeye çalışırken bir yandan oğlu Güneş’le ilgilenir. Orta yaşı bulduğu için, gelecekten ümi
İstanbul’dan Ankara’ya giden bir trenin yemek vagonundayız. Bir tiyatro ekibi, Çehov’un Martı’sını sahnelemek üzere yola çıkmış. Kumpanya yemek vagonuna geçtiği zaman ekipten biri, köşeye oturuyor ve
“Benim yapabildiğim, yaptığımı umduğum, son soluğuma değin yapacağım –ki önümde uzun bir zaman yok, biliyorum– bu birtakım şeylerin yaklaşmakta olduğu duygusunu yaşamak ve yaşatmak. Her zaman felaket
Abidin Dino, Güzin Dino’ya yazdığı bir mektupta, “Can, sensiz her şey renksiz,” diyordu. Abidin’in bu aşk seslenişi, bu kitaba adını verdi. Sensiz Her Şey Renksiz, birbirini seven, birbirine âşık iki
“Abidin, gençlik yıllarında,” arada bir Tophane’deki esrar tekkelerine uğradığını, o yöredeki yosmalarla, esrarkeşlerle, toplumun lümpen tabakasıyla ‘tanıştığını’ anlatırdı. O günlerden kalan birçok
Abidin Dino, tüm yaşamı boyunca, Anadolu topraklarında boy atmış ozanlara, mimarlara, âşıklara derin bir ilgi duymuştu. Ama Anadolu’nun iki dehası vardı ki, onlara tutkusu bambaşkaydı. Biri Yunus Em