“‘Bey oğlum, niçin içtiğimi, sarhoşluktan ne bulduğumu, ne beklediğimi soruyorsunuz. Eski gençlik hatıralarımı unutmamak, daima onları gözümün önünde canlandırmak, gençlik hayatımı, hayalen olsun şim
… düzyazıdan çok şiire daha yatkın bir topluluk bu Esrârîler, düzyazıya zor alışıyorlar. Düşündükleri ile yazdıklarının arasındaki uzaklığı kapatmak Esrârîliğin eski bir geleneği, talim gerektiriyor,
Belki biraz incinmiş, biraz kırılmış, biraz bitkin, belki biraz yılgın da ama yaşama dönük, direnmeye istekli. Benzi sararmış ama hastalıktan, düşkünlükten yana durmuyor gövdesi.Aczini vakarına gizle
Şimdi başka bir tren garındayım. Galiba veda ettiğim son şehir olacak burası. Oturacak ve yaslanacak yeri olmayan bir banka ilişmiş, mürekkebi bitmek üzere olan kalemimle acele acele yazıyorum. Kirli
Gelişmenin zaman diziniyle bir ilgisi varmış gibi, yaşadığımız zamanın olumsuzluklarına nedense her defasında şaşar dururuz; 21. yüzyılın, 20.’sinden daha iyi olması gerekirmiş gibi, ya da 19. yüzyıl
Su yoksa, hayat yoksa aşk da olmaz diyordu. Ben Metin’e üzülüyordum habire. Bu kız onu üzecekti. İstiyordum ki ben üzüleyim. Metin unutsun Hülya’yı, ben seveyim. Çölü değil de evimizin karşısındaki g
İlk kez 1989 yılında yayımlanan Aykırı Öyküler, Tahsin Yücel’in öykücülüğünde yeni bir aşamaya işaret ediyordu: yazarın başından beri peşine düştüğü yabancılaşma olgusu, kişinin birtakım tutkuların e